30 Aralık 2011 Cuma

BEDEN DİLİ

Bir kaç yüzyıl önce Papa bütün yahudilerin Roma'yı terk etmeleri gerektiğine karar verir.
Doğal olarak Yahudi toplumundan büyük bir  tepki gelir.
Bunun üzerine, Papa ile Yahudi toplumundan önde gelen birisiyle karşılıklı dini bir müzakere yapmalarını önerir. Yahudiler kazanırsa kalacaklar, Papa kazanırsa gidecekler. Yahudiler çaresiz kabul eder ve  temsilci olarak Moiz'i seçerler. Ancak Moiz'in Papa ile aynı dili konuşamaması nedeniyle  müzakere de konuşmak yerine sadece işaret dilinin kullanılması teklif  edilir.
 Papa da kabul eder.  1. Müzakere günü geldiğinde iki taraf karşılıklı yerlerini alırlar ve  karşılıklı olarak bir süre bakıştıktan sonra Papa elini kaldırarak 3 parmağını gösterir. Buna karşılık Moiz tek parmağını kaldırır.
2. Papa parmaklarını sallayarak başının etrafında çevirir. Moiz ise parmağıyla yeri işaret ederek oturduğu yeri gösterir.  3. Papa yanındaki çantadan bir parça ekmek ve şarap çıkartınca Moiz de bir elma çıkartır. Bunun üzerine Papa ayağa kalkarak "Ben pes ediyorum, Yahudiler  kalabilirler" der.  Müzakere sonrasında Papa'nın etrafına toplanan kardinaller Papa'ya ne olduğunu sorduklarında Papa; 1. Ben önce 3 parmağımı gösterip Kutsal Üçlüyü işaret ettim. Buna  karşılık o bana tek parmağını gösterip her iki dinin de tek Tanrı’yı tanıdığını söyledi.  2. Ben parmaklarımı sallayıp basimin etrafinda çevirerek  Tanrı’nın  bizim etrafımızda olduğunu gösterdiğimde o da oturduğu yeri işaret  ederek Tanrı’nın onların durduğu yerde de olduğunu işaret etti. 3. Ben kutsal ekmek ve şarap çıkartıp Tanrı’nın bizim günahlarımızı  bağışladığinı göstermek istediğim zaman da hemen bir elma çıkartıp bana  ilk günahı hatırlattı.  Herifin her şeye bir cevabı var. Ne yapabilirdim ki?" Ayni sırada Yahudi cemaati de Moiz'in etrafini sarmış ona nasıl  başardığını soruyorlardı, Moiz; 1. "Önce bana 3 parmağini gosterip 3 gün içinde burayı terk etmemizi  istedi. Ben de ona bir tekimizin bile ayrılmayacağımızı söyledim. 2. Sonra bütün şehrin Yahudilerden temizleneceğini söyledi. Ben de,  hiç bir yere gitmeyip olduğumuz yerde kalacağimizi söyledim"  3. "Sonra ne oldu?" diye kalabalık heyecanla sormuş. "Valla,sonrasını  ben de pek anlamadım. Adam biraz hiddetlendi ve öğle yemeğini çıkarttı. Bunun üzerine ben de benimkini çıkarttım. Hepsi bu!..

 İNSANLARIN NE KONUŞTUĞU DEĞİL NE ANLADIĞI ÖNEMLİDİR.
 HZ. MEVLANA DA ŞÖYLE DER: NE KADAR BİLİRSEN BİL,
SÖYLEYECEKLERİN  KARŞINDAKİNİN ANLAYABİLECEĞİ KADARIYLA SINIRLIDIR.” 

5 Aralık 2011 Pazartesi

Tül Perde Metrajı Nasıl Hesaplanır?

Korniş Üzeri Tül Perde Ölçüsü Nasıl Alınır Tül Perde Metrajı Nasıl Hesaplanır?
Tül ölçüsü genişliği / eni korniş genişliği ile aynı olmalıdır. Boy ise tavan ile yer arasındaki yükseklikten 2-3 cm kısa olmalıdır. Hesaplamaları ise kornişte alınmış olunan 100 cm genişlikte 250 cm tül kullanılmalıdır. Kornişlerde tül kullanımı ortalama 1 e 2.5 veya 3 olmalıdır. İsteğe bağlı olarak bu oranların altında veya üzerinde olabilir. Örneğin 200 cm genişliğinde / eninde 260 cm yüksekliğinde / boyunda bir pencerede korniş genişliğinin de 200 cm olduğunu varsayarsak ortalama 500 cm tül kullanılmalıdır. Tül boyu ölçüsü ise 257 cm olmalıdır. Kullanıcı tülün tek veya iki parça olup olmayacağına kullanım kolaylığına göre karar vermelidir. Tüller de en / genişlik boy olarak kullanılır, desen veya baskı bu mantığa göre işlenmiştir.
Korniş Üzeri Güneşlik Perde Ölçüsü Nasıl Alınır Güneşlik Perde Metrajı Nasıl Hesaplanır?
Güneşlik ölçüsü genişliği / eni korniş genişliği ile aynı olmalıdır. Boy ise tavan ile yer arasındaki yükseklikten 2-3 cm kısa olmalıdır. Hesaplamaları ise kornişte alınmış olunan 100 cm genişlikte 150 cm güneşlik kullanılmalıdır. Kornişlerde güneşlik kullanımı ortalama 1 e 1.5 veya 2 olmalıdır. İsteğe bağlı olarak bu oranların altında veya üzerinde olabilir. Örneğin 200 cm genişliğinde / eninde 260 cm yüksekliğinde / boyunda bir pencerede korniş genişliğinin de 200 cm olduğunu varsayarsak ortalama 300 cm güneşlik kullanılmalıdır. Güneşlik boyu ölçüsü ise 257 cm olmalıdır. Kullanıcı güneşliğin tek veya iki parça olup olmayacağına kullanım kolaylığına göre karar vermelidir. Güneşliklerde en / genişlik boy olarak kullanılır, desen ve baskı bulunmaz standart renkleri bej, şampanya ve beyaz dır.
Korniş Üzeri Kumaş Perde Ölçüsü Nasıl Alınır Kumaş Perde Metrajı Nasıl Hesaplanır?
( Kumaş Perde Nedir : İpek, viskon, keten, şönil gibi birçok seçeneği bulunan kumaş grupları kullanılarak dikilir. Kullanım amaçları işlevselliği ve estetiği bir arada sergileyebilmektir. Tek başına yada mekanizma eklentisi ile düşünce sınırlarına bağlı olarak, birçok tasarım yapılabilir. Kumaş enleri ~140 - 300 cm arasında değişir. Kumaş üreticilerinin tavsiyeleri genelde kuru temizlemedir, ancak kumaş cinsine bağlı olarak 30 derecede hassas yıkama ile temizlikleri yapılabilir.)

140 cm genişliğinde / eninde korniş üzeri kumaş perde metraj hesaplaması ve ölçümlendirmesi; Korniş genişliklerine bağlı olarak 1 mt. genişlikte 1 en kumaş perde boyuna gerekli eklemeler yapılarak çarpılmalıdır.
Örneğin; Genişliği / eni 230cm, yüksekliği / boyu 255 olan bir pencere ölçüsünde kumaş perde hesaplaması yapılırken;
230 cm de 3 en kumaş kullanılacaktır. Bunun nedeni ise her metre. için bir en kumaş kullanılacağından kalan 30 cm için yine bir en kumaş kullanılmak zorundadır. (30 cm için aynı şekilde orantı yapacak olursak bu durumda kumaş eninden arta kalan parça hiçbir yerde kullanılamayacağı için fire olarak kalacaktır. Bunun yerine ölçüye yedirilmesi daha doğrudur.) Sonuç olarak 3 en kumaş boy ile çarpıldığında bu perde ölçümlendirmesi için gerekli toplam metraja ulaşılır. 3 en * ( 255 cm+ 30 cm perde dikiş payı=285 cm.) = 8,55 mt. kumaş.
8,55 mt. kumaş * birim fiyat (30.000.000 TL) = 256,500,000 TL Kumaş bedeli. Bu durumda ölçü ise genişlik korniş genişliği yani 230cm boyu / yüksekliği ise yer ile tavan arasındaki ölçüden 2-3 cm kısa olmalıdır yani boy 253 cm olmalıdır. 140 cm kumaşlarda bilinmesi gereken en önemli detay bu enlerin gerekli genişliğe ulaşabilmek için birbirine boyundan dikileceğinden dolayı perdeler kapalı iken dikişlerin görüneceğidir.
Kullanıcı kumaşın tek veya iki parça olup olmayacağına kullanım kolaylığına göre karar vermelidir.


1 Aralık 2011 Perşembe

SAĞLIK



       Kanserde erken tanının önemini artık hepimiz biliyoruz. Hastalığın tanısının konmasının uzaması ile kaybedilen zaman, bazen bireyin sağlığını tehdit edecek boyutta olabiliyor. Aşağıda hangi belirtiler görüldüğünde kanserden şüphelenilmesi gerektiği hakkında bilgi bulacaksınız:




Cilt:

- Renk, şekil ve büyüklüğü değişen, çabuk kanayan veya ülserleşen benler,

- İyileşmeyen yaralar varsa,

- Ve uzun süreli güneş ışığına maruz kalıyorsanız


Ağıziçi, Boğaz:

- Ağızda iyileşmeyen ağrılı/ağrısız yaralar,

- Ağıziçi ve dudakta beyaz veya kırmızı plaklar, kitle veya sertlikler,

- Yeni gelişen işitme kaybı veya kulakta çınlama, ses kısıklığı gibi yakınmalar varsa

- Ve alkol, sigara kullanıyorsanız


Akciğer:

- Geçmeyen veya karakter değiştiren öksürük,

- Kanlı, pis kokulu balgam,

- Yeni gelişen ses kısıklığı veya değişikliği,

- Göğüs ağrınız varsa,

- Sık ve uzun süreli akciğer enfeksiyonu (bronşit, zatürre) geçiriyor

- Ve sigara kullanıyorsanız


Meme:

- Göğsünüzde ele gelen kitle,

- Meme derisi üzerinde kalınlaşma, çökme veya çekilme,

- Meme başından berrak veya kanlı akıntı varsa

- Ve ailede meme kanseri hikayesi mevcutsa


Sindirim Sistemi:

- Yutma güçlüğü, uzun süren kusma/bulantı,

- Uzamış ishal veya kabızlık,

- Barsak hareketlerinde düzensizlik,

- Koyu renkli veya kanlı dışkı,

- Uzun süreli karın ağrısı veya baskı hissi,

- Açıklanamayan kilo kaybı varsa

- Ve ailede barsak kanseri veya hastalığı hikayesi mevcutsa


Kadın Üreme Sistemi:

- Adette düzensizlik, fazla kanam veya uzun süreli kanama,

- Adet dönemleri arasında veya menopoz sonrası kanama,

- Cinsel ilişkiden sonra kanama,

- Normalden fazla vajinal akıntı varsa

- Ve östrojen tedavisi görüyorsanız


Erkek Üreme Sistemi:

- Sık ve ağrılı idrara çıkma,

- Kanlı idrar gelmesi,

- Yeni gelişen iktidarsızlık,

- Testislerde sertlik veya ele gelen ağrısız kitle varsa


Lenf Sistemi:

- Boyun, koltukaltı ve kasıklarda ele gelen, çoğunlukla ağrısız kitleler,

- Kilo kaybı,

- Gece terlemeleri,

- Uzun süren ve açıklanamayan ateşler,

- Ciltte nedensiz beliren döküntü ve morluklar varsa


İskelet Sistemi:

- Ele gelen kitle veya şekil bozukluğu,

- Kemiklerde şiddetli ağrı,

- Hareket kısıtlılığı varsa


Sinir Sistemi:

- Şiddetli ve uzun süreli baş ağrıları,

- Çift görme veya görme kaybı,

- Yeni gelişen dengesizlik, baş dönmeleri, uyuşma veya felçler,

- Şuur bulanıklığı, konsantrasyon güçlüğü,

- Konuşma güçlüğü,

- Kişilik değişiklikleri varsa


Yukarıdaki belirtileri gördüğünüz ve hissettiğinizde en kısa sürede bir uzmana danışınız.

27 Kasım 2011 Pazar

OLUMLU DÜŞÜN OLUMLU YAŞA


         Her şey düşüncede başlar. Dünya ve içerdiği her şey düşüncenin ürünüdür. Bugün kullandığımız otomobil, bilgisayar, oturduğum sandalye önceleri bir düşünceden ibaretti. Hepsi önce düşüncede oluşturuldu ve düşüncenin yaratıcı sürecinin ürünü olarak gerçekleşti.
         Kişiler arası ilişkiler dünyasına gelince, davranış ve duygularımızın nedenleri düşünce dünyamızın içinde yatar. Ön planda davranış ve duyguların  alışverişinin ve karşılıklı değişimin yer aldığı kişiler arası iletişim sürecinde, davranış ve duyguların değişmesi, düşüncenin değişmesinden geçer. Ancak bunu gerçekleştirebilmek yani kalıplaşmış düşüncenin yerine yeni düşünce koyabilmek  o kadar da kolay değildir. Çünkü yıllarca belirli tarzda düşünmeye adeta şartlanmışızdır. O yüzden düşüncelerle ilgili üzerinde durulacak ilk soru “acaba düşüncelerimizin her zaman  farkında mıyız?” dır. Bu sorunun yanıtı bazen “evet” ama çoğunlukla “hayır” dır.
Düşünce ile ilgili ikinci önemli özellik ise düşünce sürecinin kesinlikle bir mantık yapısına ihtiyaç duymasıdır. İster öfke, ister çöküntü , ister sevinç, ister huzur, vb. olsun çoğu duygunun gerisinde, kendi içinde tutarlı bir mantık akışı vardır. Her bir davranış ve duygu, söz konusu mantık akışının noktalandığı sonuçta oluşur. Beynimiz, temelde, mantık akışları için ve içinde yaşar. Beyin için , gerçekçi olsun veya olmasın, önemli olan bir mantık akışını bitirebilmektir.
         Basit bir mantıksal silsilede, üç temel aşama söz konusudur. Bunlardan ilki, çevremizdeki olaylar (başkalarının davranışları dahil) hakkında geliştirmiş olduğumuz, oldukça yerleşik bir inanç ya da kural veya büyük önermedir.  İkinci öğe, büyük önermenin ilgili olduğu olay grubundan bir örnektir. Bu da orta önermedir. Silsiledeki son unsur, büyük ve orta önermelerden hareketle varılan sonuçtur.

Örnek: Beşir, hataların başkalarının gözünden düşmeye neden olduğuna inanır.
            Beşir, geçen gün patronuyla çalışırken iki hata yapar,
            SONUÇ: Beşir, o akşam eve patronunun gözünden düşmüş             
            düşüncesiyle gider.
           Beşir, ertesi gün patronuyla çalışırken kendini gözden düşmüş hisseder.

Düşüncenin diğer bir özelliği ise beynimizin kendi kendine telkin hizmeti veren bir organ olmasıdır. Düşüncelerimiz, refleks hızında , mantıksal silsileler takip eden ve çoğunlukla farkında olmadığımız  bir bilinç düzeyinde güçlü telkinlerde bulunabilen süreçlerdir. Düşüncenin tüm bu özelliklerinin yanı sıra sözel olmayan resimsel nitelikleri de vardır. İki gözümüzle gördüğümüz şeyleri tercüme eden birde zihin gözümüz vardır. İki gözümüz gerçek kendini nasıl gösteriyorsa onu öyle algılar. Oysa zihin gözümüz gerçeği kendi istediği gibi resmedebilir. “ “işler göründüğü gibi değil” deyimi bu özelliği ne kadar isabetle açıklıyor değil mi?”
         Peki olumlu yaşayabilmek için  düşüncelerimizi nasıl organize etmeliyiz ? Daha mutlu bir yaşam için olumlu düşünmeyi yaşamımıza nasıl geçirmeliyiz?

1.     Öncelikle bizi olumsuz duygu haline iten olumsuz düşüncelerimizin farkına varmalıyız. Bunun için bir günce tutup gün içinde aklınızdan geçen olumsuz düşünceleri not edin.
2.     Eski inanış ve düşünce kalıplarının yerine yeni düşünce kalıbını  koymalıyız. Bu yeni bir zihinsel yapının çatısını oluşturur.
3.     Bitirilmiş resim üzerinde çalışmaya başlayabiliriz. Yani yeni bir yaşam için amaç listesi oluşturabilirsiniz. Bunun içinde olumlu imgeleme tekniğinden yararlanabiliriz. Amaç listesini oluştururken şunlara dikkat etmeliyiz:         
1)     Zihnimize göndereceğimiz mesaj olumlu bir cümleden oluşmalı, geniş ya  da şimdiki zamanda kurulmalı. Örneğin “Artık sunum yaparken heyecanlanmayacağım” yerine “Sunum yaparken son derece rahat ve güvenliyim” cümlesi daha uygundur.
2)     Zihnimizde bir düşüncenin yerleşmesi için en az 21 güne ihtiyacımız var. Bu nedenle yeni düşünceye alışmak için minimum 21 gün geçmesi gerekiyor.
3)     Olumsuz düşünmek olumsuz olayları mıknatıs gibi üzerimize çeker. Biz buna psikolojide “Kendini gerçekleştiren kehanet” diyoruz. Bu nedenle daha mutlu bir yaşam için olumlu düşünün. Unutmayın, düşündüğünüz her şey yapacağınız her şeyin belirleyicisidir.   


         DÜŞÜNCELERİMİN BAZI TEMEL NOKTALARI



·        HER BİRİMİZ TÜM YAŞAM DENEYİMLERİMİZDEN YÜZDE YÜZ SORUMLUYUZ.

·        AKLIMIZDA OLAN HER DÜŞÜNCE GELECEĞİMİZİ YARATMAKTADIR.

·        HERKES İÇİN EN BÜYÜK MUTSUZLUK “YETERİNCE İYİ DEĞİLİM” DİYE DÜŞÜNMEKTİR.

·        BU SADECE BİR DÜŞÜNCEDİR VE DÜŞÜNCE DEĞİŞTİRİLEBİLİR.

·        KENDİMİZİ GERÇEKTEN SEVDİĞİMİZ ZAMAN HAYATIMIZ HER YÖNÜYLE DÜZENE GİRER.

·        OLUMLU DEĞİŞİMLERİN ANAHTARI ŞİMDİ VE BURADA KENDİMİZİ ONAYLAMAK VE KABUL                 ETMEKTİR.

·        BEDENİMİZDE “HASTALIK” DENEN ŞEYİN YARATICISI BİZİZ.

·        KENDİ HAKKIMIZDA DÜŞÜNDÜKLERİMİZ KENDİ GERÇEKLERİMİZDİR.

·        HER BİRİMİZ DÜŞÜNCE VE DUYGULARIMIZLA KENDİ YAŞAM DENEYİMLERİMİZİN YARATICISIYIZ.

·        DÜŞÜNCELERİMİZ VE SÖZCÜKLERİMİZ İLE DENEYİMLERİMİZİ YARATMAKTAYIZ.
                                                                         DÜŞÜNCE GÜCÜYLE TEDAVİ
                                                                            (Louise Hay)


             Kaynak : Düşünce Gücüyle Tedavi  (Louise Hay )
             İletişimsizlik Becerisi ( Doç.Dr.A.Kadir Özer)
              3 Psikolojik Soru (Kadir Özer)
             %100 Düşünce Gücü  (Jack Ensing Addington)
             Duygusal Gerilimle Baş Edebilme ( Doç.Dr.A.Kadir Özer) 

17 Kasım 2011 Perşembe

İÇİMİZDEKİ VOLKAN ÖFKE



     Öfke bir işarettir, hem de önemli bir işaret. Öfkemiz incindiğimizi, haklarımızın ihlal edildiğini, gereksinimlerimizin ya da isteklerimizin doğru şekilde karşılanmadığını ya da sadece, işlerin yolunda gitmediğini gösteren bir ileti olabilir. Öfkemiz yaşamımızdaki önemli bir duygusal sorunu ihmal ettiğimizi gösterebilir. Öfkemiz, başa çıkabileceğimizden çok daha fazlasını yaptığımızı ya da verdiğimizi gösteren bir işaret olabilir. Ya da öfkemiz başkalarının bizim için, kendi gelişimimiz ya da yeterliliğimiz pahasına çok fazla şey yaptıklarına dair bir uyarı olabilir. Tıpkı fiziksel acının elimizi sobadan çekmemizi gerektirdiği gibi acı da benliğimizin bütünlüğünü korur. Öfkemiz bizi, başkalarının hakkımızdaki tanımlama şekline "Hayır" ve kendi benliğimizin isteklerine "Evet" demeye yönlendirebilir.
        Tanımadığınız, ele almadığınız öfke, içimizdeki bir tohum gibidir ve etkileri pek çok yöne uzanır. Bastırılmış öfke, öfkeyi ilk yaratan durumu sürdürmemize yol açan sistemleri meydana getirir. İşte bu yüzden, azami özgürlüğe giden yolda, bastırılmış öfkemizden haberli olmamız önemli bir adımdır. Şu anki incinmemizle onun kaynağı arasındaki bağlar, kolayca gözden kaçabilir. Acımızın kaynağı yılların ardına kapatılmış da olsa inkar edilemeyecek kadar güçlüdür. İnsanların, çocuklukta karşı çıktıkları durumları yaratacak kişilerle evlenmelerine yalnızca rastlantı deyip geçemeyiz. Yıllar boyu insanların hep aynı çıkmaz sokakları denemelerini, tövbe ettikleri işleri yeniden yapmalarını rastlantı ile açıklamak zordur. Eski davranış kalıplarımızın kaynağını ve gücünü anlamadığımız sürece, bunlarda gerçek bir değişme yapamayız. Öfke her zaman, gerçek veya varsayılan haksızlığa verilen tepkidir. Geçmişimizde ne zaman bize gönderilenin elimize geçmediğini, kandırıldığımızı ya da alış-verişte zararlı çıktığımızı hissettiysek, ne zaman bizden haksız isteklerde bulunulduysa (örneğin hata yapmadığımız halde özür dilememiz istendiyse) pek çok öfke duymuşuzdur. Söyleyeceğimiz bir şey varken susturulduğumuzda, geçerli duygularımız yüzünden cezalandırıldığımızda hep haksız yere cezalandırıldığımızı hissetmişsizdir. Nerede haksızlık varsa orada öfke de vardır. Bu olayların yirmi, otuz, kırk yıl önce gerçekleşmiş olmaları bir şey değiştirmez. Yaşamlarımızı denetim altında tutmayı sürdürürler.

Öfkeden Kurtulmak İçin Altı Yetenek
    Öfkemize takılı yaşamanın bedeli nedir? Şimdi bir insanın mutlu ve başarılı bir iyileşme sürecini yaşaması için kazanması gerekli altı yetenekten söz edelim.
     Başarılı yaşam için birinci yetenek, yönü veya amaçları (doğru) saptama yeteneğidir. Doğru sözcüğü parantez içinde verilmiştir, çünkü burada sizin için doğru olan kastedilmektedir. Başka birinin sizin için tanımladığı, size uygun gördüğü yöne ve amaçlara doğru hareket etmenin hiçbir yararı yoktur. Sizin yaşamınızı anlamlı ve dolu kılan, ancak kendi yönünüz, kendi hedeflerinizdir. Hedeflerini saptayıp o yönde ilerleyemeyenlerin başarılı ve mutlu yaşamlara kavuşmaları zordur.
     Başarılı yaşam için gerekli ikinci yetenek de gereksinimimiz olana şeyleri isteme yeteneğidir. İsteyemediğimiz şeyleri elde edemeyiz. Bu durumda elde edeceğimiz tek şey öfke olur. Bundan sonra da ödeşmeye yöneliriz. Böylece isteyememek, elde edememek, öfkelenmek ve ödeşmek kısır döngüsü içinde yaşarız.
     Üçüncü yetenek hayatın akışına karşı sabırlı olma yeteneğidir. Kin tutan ya da bağımlılığını bir başka bağımlılığa dönüştüren insan sabır gösterme yeteneğine sahip olamaz.
      Dördüncü yetenek yaşanan anın zevkine varabilme yeteneğidir. Öfke, herhangi bir şeyden zevk almamızı engeller. Depresyon, bastırılmış kin ve aşırı tedirginlik, kaygı üzerinde düşünün. Öfkenin bu yüzleri hayattan zevk almamızı engeller. "Duygularını paylaşmayanlar" kolay mutlu olamazlar. Bağımlılığa sahip insanlar da tam ve dolu dolu yaşamak olanağından uzak kalırlar.
     Beşinci yetenek affedebilme yeteneğidir. Kendilerini ve başkalarını affedemeyen kişiler pek mutlu ve huzurlu olamazlar. Öfke, kendimizi, yaşamı ve başkalarını affedebilmemizi engeller.
     Altıncı yetenek yaratıcı bir istekliliğe sahip olma yeteneğidir. Gerçekten mutlu olan insanlar yaşama katkı yaparlar. Çok zaman bir çeşit güzellik yaratırlar. Bu, ihtiyacı olan bir dosta el uzatmak, yalnız birine mektup yazmak ya da gönüllü çalışma yapmak şeklinde olabilir. Şekli ne olursa olsun, yaptığımız, dünyayı bulduğumuzdan daha iyi bırakmaktır. Öfke ise enerjimizi, yaratıcı sevecenliğe olanak bırakmayacak kadar çok tüketir.

ÖFKEYLE BAŞETME
     Daha az yoğun tatsız düşünceleri fark etmeyi ve onlarla ve sonuçlarıyla başa çıkmayı öğrenmek, gereksiz öfkeyi önler. Bundan sonra öfkelendiğinizde, şu soruları düşünün:
     1-Öfke ile birlikte başka hangi duyguları yaşıyorum? Örneğin:Bir arkadaşınızın, ona olan güveninizi sarstığını farz edin. Büyük olasılıkla, ilkönce kırıldığınızı hissedeceksiniz.
     2-Öfkelenmeme nasıl yol açıyorum? Mantıksız inançlarım neler? Bunu bana nasıl yapar? Bunu kabul edemem! O bir alçak. Onu tanıyamamışım. Haddini bildireceğim.
     3-Bu duruma daha mantıklı nasıl yaklaşabilirim? Talep etme, dayanamama, şikayet etme ve suçlama dışında kendime neler söyleyebilirim? Kendinize şunları söyleyebilirsiniz: Ona sır vermemem gerektiği ortada - fakat bu herkesin güvenilmez olduğu anlamına gelmez. Kırıldım, ama buna dayanabilirim - hayatım devam edecek! Belki onu daha iyi tanımam gerekirdi, fakat tanımıyordum. Bir daha ki sefere daha dikkatli olacağım. Onun bazı özelliklerini seviyorum, ama bu sevdiğim özelliklerinden biri değil!
     4- Olumlu bir bakış açısı seçeneği ne olurdu? Durumdaki olumlu potansiyel nedir? Bir fırsat ya da öğrenilecek bir şey var mı? Olaya mizahi bakış nasıl olurdu? Kendinize şöyle diyebilirsiniz: En azından onunla olan ilişkimin sınırlarını öğrenmiş oldum. Birçok açıdan hoş bir kadın, fakat sır verilecek birisi değil. Veya mizahi açıdan: Şimdi film yıldızları gibi oldum -herkes benden söz ediyor!
     5-Amacımı nasıl değiştirebilirim? Kontrol etmeye çalışmak benim için ne kadar önemli? Benim kazanmam şart mı, yoksa her ikimizin de kazanacağı bir yol var mı? İntikam almanın sonuçları neler? Haklarımı başka nasıl koruyabilirim?
Kaynaklar
     Larsen, E., Hegarty C. L. (1997). Öfkeden Affetmeye (çev). Ankara: Erek Yayınları.
     Lerner, H. (1996). Öfke Dansı (çev.). İstanbul: Varlık Yayınları.
     McKay, G., Dinkmeyer, D. (1998). Ne Hissettiğiniz Kendinize Bağlı (çev.). Ankara: HYB
     Morganett, R. S. (1990). Skills for Living. Group Counseling Activities For Young Adolescents. Illıonois:Research Press.
     Özer, A. K. (1994). Öfke, Kaygı ve Depresyon Eğilimlerinin Bilişsel Alt Yapısıyla İlgili Bir Çalışma. Psikoloji Dergisi, 9 (31), 12-25.
     Özer, A. K. (1994). Sürekli Öfke ve Öfke İfadesi Tarzı Ölçekleri Ön Çalışması. Psikoloji Dergisi, 9 (31), 26-35.
     Potter-Efron, R. (1997). Her An Öfkeli Misiniz? Öfkenizi Denetim Altında Tutabilmek İçin Bir Kılavuz (çev.). Ankara:HYB 

3 Ekim 2011 Pazartesi

ÖNYARGI


Dr.Paul Ruskin, öğrencilerine yaşlanmanın psikolojik belirtilerini öğretirken onlara şu olayı okur:
“Hasta ne konuşuyor, ne de söylenenleri anlıyor. Bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor. Zaman, yer ya da kişi kavramı yok. Yalnız, nasıl oluyorsa, kendi adı söylendiğinde tepki veriyor. Son altı aydır onu yanındayım, ne görünüşü için bir çaba sarf ediyor ne de bakım yapılırken yardımcı oluyor. Onu hep başkaları besliyor, yıkıyor, giydiriyor. Dişleri yok, yiyeceklerin püre halinde verilmesi gerekiyor. Gömleği salyalarından dolayı sürekli leke içinde. Yürümüyor. Uykusu sürekli düzensiz. Gece yarısı uyanıp çığlıklarıyla herkesi uyandırıyor. Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazen ortada bir sebep yokken sinirleniyor. Biri gelip onu yatıştırana kadar da feryat figan bağırıyor.”
Bu olayı okuduktan sonra Dr.Ruskin öğrencilerine böyle birinin bakımını üstlenmek isteyip istemediklerini sorar. Öğrenciler bunu yapamayacaklarını söylerler. Ruskin, kendisinin bunu büyük bir zevkle yaptığını ve onlarında yapması gerektiğini söyleyince öğrenciler şaşırırlar. Daha sonra Ruskin, hastanın fotoğrafını dolaştırmaya başlar. Fotoğraftaki doktorun altı aylık kızıdır. Dr.Ruskin, Amerikan Tıp birliği dergisindeki makalesinde (günümüzde çok yaşandığı gibi) gülünç bir yanlış anlamanın insana nasıl tamamen farklı bir perspektif kazandıracağını anlatmaktadır. Belki de hayatta yaşadığımız bir çok şey bize önyargılarımız ve bakış açılarımız tarafından dayanılmaz ve zor gözükebilir. 

25 Eylül 2011 Pazar

Kazak Kolundan Ev Patiği

Eskileri bir türlü atamama gibi bir huyum var,gerçi ihtiyacı olanlara da gidiyor her daim ancak bu sefer seneler önce almış olduğum (neredeyse 15 senelik vardır kesin ) merserize bir kazağım vardı.Avon'nun hangi kataloğu hatırlamıyorum ama birinde görmüştüm ev botu diye,bunu bende yapabilir miyim diye düşünürken ortaya böyle bir şey çıktı =) 


Tabanına ince keçeden 3 kat çalıştım,tabanla üstü birleştirdikten sonra kenarlarına iğne ardı geçerek tamamladım.
Selamlar...


Not: 
Yapmak isteyenler için,kazak kolunu dikişlerinden dikkatlice söktükten sonra zaten elinizde kalan parçayı ayağınıza geçirin bilek kısmından anlayacaksınız,keşke yapım aşaması resimleri olsaydı elimde ama o zamanlar blogum yoktu =) çok basit ve kolay yapımı, altına da kendi ayağınıza uygun bir terliği koyun keçenin üstüne kalıbını çıkarın (tabii dikiş payını vermeyi unutmayın yoksa taban direk kestiğiniz yerden diktiğiniz de küçük kalır. Eğer kalın isterseniz tabanı bir kaç kat yapabilirsiniz veya iki keçe arasına elyaf yerleştirip dikebilirsiniz hatta küçük bir ipucu bunların altı yerde kayar derseniz de, silikon tabanca ile küçük noktacıklar koyarak altına kaymaz taban yapabilirsiniz ;) 

Katedral Kırmızı Çanta

Paylaşımlara devam ....
Aslında başta kırlent olarak başlamıştım ama son anda çantaya döndü kendileri =) ön paneli tamamen elde olduğu için yapımı çokta kolay olmuyor haliyle ama Nobblese 'nin yaptığı Yalancı Katedral i daha çok tuttum  makinede de rahatlıkla dikilebilir kanımca, birde ondan denemek istiyorum kısmetse bir ara...
Selamlar...

24 Eylül 2011 Cumartesi

Bu arada....

       Her ne kadar hakkımda kısmında yazan bilgiler beni anlatmakta olsa da, gerçek ve yükselen burcumun ortak özellikleri olur kendileri...Oysa ki tam olarak şimdi yazacaklarım bir kısım tanıtımdan da mütevellit olabilirim kendimce =) Orta yaş civarına gelmiş ancak kendini hala 28 yaşında sanan biriyim =) Evliyim, Dünya güzeli bir kızım var, hoş herkesin çocuğu kendine güzel tabii =) Allah evlatlarımızı bize bağışlasın inşallah, diyerekten kaldığım yerden devam ediyorum.... Asıl mesleğim tekstil ancak turizm de okudum ancak hiç bu mesleği yapmadım.Küçüklüğümden beri kumaşlar ipliklerle iç içe bir hayatım oldu tahsil hayatımda dahil =) Fakat, annem benim hiç bir zaman dikiş makinesi başına oturmamı istemedi.Kendisi sürekli diktiği için olsa gerek =) Lakin en sonunda merak ettiğim her şeye el attığım gibi dikişe ve dikiş gerektiren her şeye el attım =) Genelde, boncukları,pulları,simleri,parıltıları severim... Bu yüzden, kendi kendime kumaş boyamayı,takı yapmayı,boncuklu oyaları yapmayı öğrendim...Öğrendikçe sevdim,sevdikçe de şunu da yaptım onu da yaptım yok, şunu da deneyeyim derken en son dikişti,ev tekstiliydi,dekoratif objelerdi derken burada bulundum =) Araştırma ve gözlem yapmayı çok severim ki, buda tasarımcılığın ilkelerinden biridir(olgunlaşma ents. de okurken hocalarımızın ısrarla üzerinde durdukları iki madde olur kendileri ) Bunların dışında, konuşkan,espriyi çok seven,sohbeti muhabbeti gırla seven,çalışırken kesinlikle müzik dinleyen,kişilik haklarına dikkat ederek fiskosu seven,söyleyeceğini pat diye söyleyen,neşeli,bazen de uyuz,yaşlılarla sohbet etmeyi geçmişe gitmeyi seven,aslında 50'li ve 60'lı yıllarda yaşaması gerektiğini düşünen,her daim ne hikmetse eskiyi seven ancak yeniliği de takip eden kendine yarayan kısımlarını alıp üstü kalsın diyen,bayan olmasına rağmen alış-verişi mümkün mertebe kısa az öz zamanlarda yapmayı ilke edinen,çayı çok seven,her ne kadar bu blogdaki paylaşımları el işleri ile ilgili olsa da yemek,pasta börek çörek kısmıyla da sürekli ilgilenen,bundan mütevellit yaptığı her türlü yiyecek maddesi şapur şupur yenilen,ve  hayat gailesi gereği diğer insanların yaptığı gibi bir takım klişe hobileri ve alışkanlıkları olan,renkleri ve renklerle ilgili her olguyla oynamayı seven,kafasının içinde sürekli yeni bir şeyler belirip ampul yanan,aklına bir fikir geldiğinde sürekli kendiyle istişare eden,konuşmanın bir gereksinim olduğunu,ancak sinirli iken susan,yağmurlu havalardan hoşlanmayan,günlük güneşlik açık havaları kendine daha çok yakıştıran,zaman zaman uyaklı konuşmayı seven,canı sıkıldığında oraya buraya sıçrayan,mümkün olduğu her zaman şarkı söylemeyi seven kendine münhasır biriyim işte ben =)
Selamlar...
Ozra =)

PATCH-TIRI WORK' tüklerim

       Efenim, benimde nacizane geçen sene can sıkıntısından çalıştığım bir kaç yatak örtüsü vardı onları paylaşmak istedim.Sevgili Figen Abla 'nın yapmış olduğu kot pikeyi görünce dedim bende yayınlayayım bari =) 
işte can sıkıntısından kuzuma yaptığım yatak örtüleri;


15x15 kareler keserek dikişlerini dışa verip çalıştım.Diktikten sonra çamaşır makinesine atıp kalan dikiş paylarının sakallaşmasını sağladım daha sonra altına yekpare tek parça astar çalışarak kenarlarından da bant görünmesini sağlayarak kıvırdım. Karelerin üzerilerine de görüldüğü gibi keçelerden çeşitli figürler çalıştım ortaya böyle bir yatak örtüsü çıktı =)

Pike kumaşının üstüne tamamen elde çalıştığım bir desen.Bir kitapta görmüştüm çok hoşuma gitmişti.Hemen kızıma çalışmam lazım dedim =) Ailecek tekstil in içinde olduğumuzdan daha önce bunlardan bir şeyler yaparım diye ayırdığım kareli gömleklik kumaşları kullandım.Altıgen olarak çalıştım.Pikenin kenarlarına da boş kalmasın diye akrilik yünden renkli tahta boncuklardan firkete oyası yaptım bu da böyle ortaya  çıktı =)

Bu da acaba olur mu ? diyerek çalıştığım ilk keçe den altıgen patchwork çalışmam =) 

22 Eylül 2011 Perşembe

HASTAYIM MI NEDİR

Sonbaharın gelişi beni de etkiledi hastayım kaç gündür bir türlü kendimi toparlayamadım.... Blendırda çırpılmış kek hamuru gibi oldum sanki.her tarafım laçka ııyyk hasta olmayı hiç sevmeme rağmen illaki de gelip beni bulur bu meret... neyse Allah beterinden korusun (amin) bugün daha da bi iyiceyim yarın çok daha iyi olacağım inşallah... ne kadar da çok blog birikmiş okunacak =) reader mı açtım hepsini tek tek okudum sevindirik oldum mutlu oldum.... hasta yatarken kafamda bir sürü proje birikti =) Cumartesi günkü kızımın doğum günü partisini de atlattıktan sonra inşallah pazartesi başlıyorum artıkın =)


Selamlar...
Ozramo =)

16 Eylül 2011 Cuma

SADECE KÜÇÜK BİR GÜLÜMSEMEYDİ.....

Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme, adamın kendini daha iyi hissetmesine neden oldu. Bu mutlu hava içinde, yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dostuna teşekkür etmediği geldi aklına. Hemen bir not yazıp yolladı. Dost, bu sıcak teşekkürden öyle keyiflendi ki her öylen yemek yediği lokantadaki garson kıza yüklüce bir bahşiş bıraktı. Garson kız, ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. O sevinç içinde akşam eve giderken kazandığı paranın bir kısmını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı. İki gündür boğazından tek lokma geçmemiş adam, öylesine minnettar oldu ki güzelce karnını doyurduktan sonra ıslık çalarak bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu tuttu. Öyle neşeliydi ki bir saçak altında titreşen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar oynadı, koşuşturdu durdu.
         Gece yarısından sonra apartmanı bir anada dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanın kokusunu alan köpek öyle bir havlamaya başladı ki önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı... Anne babalar, dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar.


         Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan, küçük bir gülümsemenin sonucuydu.

15 Eylül 2011 Perşembe

MUTLULUĞU BEKLERKEN...

Önce evlendiğimizde hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi. Evlenince bir çocuğumuz doğduktan hatta ardından bir tane daha olduktan sonra hayatın daha iyi olacağına inandırırız. Çocuklar yeterince büyük olmadıkları için kızar, onlar büyüyünce daha mutlu olacağımıza inanırız. Bundan sonra, ergenlik dönemlerinde çocuklarla uğraşmamız gerektiği için öfkeleniriz. Kendimize, çocuklarımız bu dönemden çıkınca daha mutlu olacağımızı, yeni bir araba alınca, güzel bir tatile çıkınca, emekli olunca, yaşantımızın dört dörtlük olacağını söyleriz.
Gerçek ise şu andan daha iyi bir zaman olmadığıdır. Eğer şimdi değilse ne zaman?... Hayatımız her zaman mücadelelerle dolu olacaktır. En iyisi bunu kabul edip her ne olursa olsun mutlu olmaya karar vermektir. Yazar Alfred D.Souza der ki;
“Uzun zamandan beridir hayatın -gerçek hayatın- başlamak üzere olduğu izlenimine kapılmıştım. Fakat her zaman yolumun üzerinde bir engel, öncelikle erişilmesi gereken bir şey, bitmemiş bir iş, ödenecek bir borç oldu. Sonra hayat başlayacaktı. Sonunda anladım ki bu engeller benim hayatımdı. Bu görüş açısı, mutluluğa giden bir yol olmadığını gösterdi. Mutluluk yoldur, öyleyse sahip olduğunuz her anın kıymetini bilin ve mutluluğu, vaktinizi harcayacak kadar özel biriyle paylaştığınız için, ona daha fazla değer verin. Unutmayın, zaman hiç kimse için beklemez.
Öyleyse;
Okulu bitirene kadar,
Çok para kazanana kadar,
Çocuklarınız olana kadar,
Çocuklarınız evden ayrılana kadar,
İşe başlayana kadar,
Evlenene kadar,
Cuma gecesine kadar,
Pazar sabahına kadar,
Yeni bir araba ya da ev alana kadar,
Borçları ödeyene kadar,
ilkbahara kadar,
sonbahara kadar,
kışa kadar,
         maaş gününe kadar,
         şarkınız söylenene kadar,
         emekli olana kadar,
         ölene kadar.....

Mutlu olmak adına, içinde bulunduğunuz andan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin. Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur.”


“Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte arar, bazıları da daha alçakta. Oysa mutluluk insanın boyu hizasındadır.”  Konfiçyüs

14 Eylül 2011 Çarşamba

SABREDEN PRENS MURADINA EREMEDEN...

Bir zamanlar uzaklarda bir ülkede çok yakışıklı bir prens yaşarmış. Ancak prens daha küçükken ülkedeki kötü kalpli cadının lanetine uğramış ve üzerindeki bu lanet yüzünden her yıl sadece bir kelime konuşabiliyormuş. Örneğin prens iki kelime söyleyeceği zaman bir yıl boyunca susuyor,böylece ertesi yıl da iki kelime söyleme hakkı oluyormuş.
Bir gün bu yakışıklı ama talihsiz prens dere kenarında otururken, birde bakmış karşıda küçük bir kulübe ve kulübenin bahçesinde muhteşem bir kız... Saçları altından daha sarı, gözleri gökyüzünden daha mavi, dudakları kirazdan daha kırmızıymış.
Prens bu güzelliği görünce aklı başından gitmiş, o anda vurulmuş kıza ve iki yıl boyunca konuşmamaya karar vermiş. İki yıl sonunda kıza “çok güzelsiniz” diyebilmek için... Ama iki yılın dolduğu gün prensin içindeki bu ateş daha da büyümüş ve kıza “size aşık oldum” demek için yanıp tutuşur olmuş. Böylece “çok+güzelsiniz+size+aşık+oldum” toplam beş kelimeyi söyleyebilmek için, geçen iki yılın ardından üç yıl daha konuşmamayı göze almış. Ve beş yılın sonunda prens konuşmak için hazır olduğu sırada, birden bu muhteşem güzel ve zarif kızla evlenmeyi, onu sarayının prensesi yapmayı ne kadar istediğini fark etmiş. Böylece “çok+güzelsiniz+size+aşık+oldum+benimle+evlenir misiniz?” toplam yedi kelime söyleyebilmek için beş yılın ardından iki yıl daha sabretmeye karar vermiş.
Ve prens bu platonik duygularla yedi koskoca yılı tamamladığı gün, artık dünyanın en heyecanlı ve en mutlu erkeği olarak kızın yaşadığı kulübeye koşmuş. Kız yine kulübenin bahçesinde oturuyormuş ve bir kitap okuyormuş. Prens elindeki bir tek kırmızı gülü kıza uzatmış ve sormuş: “Çok güzelsiniz, size aşık oldum. Benimle evlenir misiniz?”
Kız başını kaldırıp prense bakmış. Kulaklarını örten altın sarısı saçlarını geriye atmış ve prense şöyle demiş:
“Efendim?...”

13 Eylül 2011 Salı

GABRIEL GARCIA MARQUEZ’DEN YAŞAM İÇİN 13 SATIR

·        Seni sen olduğun için değil, seninle olduğumda ben olduğum için seviyorum.

·        Hiç kimse gözyaşlarını hak etmez, onlara layık olan kişi ise seni ağlatmaz.

·        Sen istediğinde sana aşık olmaması, sana aşık olmadığı anlamına gelmez.

·        Gerçek arkadaş elini tutan, kalbine dokunandır.

·        Birisine yabancılaşmanın en kötü biçimi yanında oturuyor olup, ona hiçbir zaman ulaşamayacağını bilmektir.

·        Hiçbir zaman gülümsemekten vazgeçme, üzgün olduğunda bile! Gülümsemene kimin ne zaman aşık olacağını bilemezsin.

·        Tüm dünya için sadece bir kişi olabilirsin fakat bazıları için sen bir dünyasın.

·        Zamanı, onu seninle birlikte geçirmeye hazır olmayan biriyle geçirme.

·        Belki de Tanrı, uygun kişiyi tanımandan önce yanlış kişilerle tanışmanı, onu tanıdığında minnettar olman için istedi.

·        “Bitti” diye üzülme, “Yaşandı” diye sevin.

·        Her zaman seni üzen birileri olacaktır. Yapman gereken, insanlara güvenmeye devam etmek, kime iki defa güveneceğine daha fazla dikkat etmektir.

·        Birini daha iyi tanımadan ve bu kişinin senin kim olduğunu bilmesinden önce kendini daha iyi bir kişiye dönüştür ve kim olduğunu bilerek kendine güven.

·        Kendini çok zorlama, en güzel şeyler, onları en az beklediğinde olur. 
(Böyle böyle başlıyoruz bakalım hadi hayırlısı :))

Ben Daha Yeni Geldim

Hmmm,
Yeni bir blogger olarak, henüz birşey yazma potansiyeli göremedim kendimde.. umarım kısa zamanda alışır birazda çalışır nemenem birşey olduğunu çözer başlarım

Selamlar
Ozra